Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin 2025’te Çin-ABD ilişkilerinin “kritik bir aşamada” olduğuna dair açıklaması, iki ülke arasındaki gerilimlerin ve karşılıklı bağımlılığın devam eden karmaşık dinamiğini yansıtıyor.
Çin, ABD’nin ticari ilişkileri tekrar rayına oturtmak için koşullar yaratması gerektiğini söylüyor
Wang Yi, özellikle Donald Trump’ın ikinci başkanlık döneminde uygulamaya koyduğu yüksek gümrük vergileri ve ticaret kısıtlamalarına karşı Pekin’in sert tepkisini dile getirdi.
Örneğin, 14. Ulusal Halk Kongresi’nde yaptığı konuşmada, ABD’nin tarifelerinin iki tarafa da zarar verdiğini ve Çin’in bu tür baskılara “kararlılıkla karşılık vereceğini” belirtti.
Ayrıca, Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning, Mayıs 2025’te Cenevre’deki ekonomik görüşmelerin ardından ticari gerilimlerin azaldığını ve ABD siparişlerinde artış yaşandığını ifade ederek, ilişkilerin “karşılıklı fayda ve kazan-kazan” ilkesine dayandığını vurguladı.
Ancak, ilişkilerdeki gerginlikler sadece ekonomiyle sınırlı değil. Wang Yi, Tayvan meselesinde ABD’nin “kırmızı çizgileri” ihlal ettiği konusunda uyarılar yaparken, Pekin’in Tayvan’ın bağımsızlığını destekleyen herhangi bir girişimi “geri tepecek beyhude bir çaba” olarak gördüğünü ifade etti.
Ayrıca, Güney Çin Denizi’ndeki anlaşmazlıklar ve ABD’nin Çin’e yönelik teknoloji kısıtlamaları, özellikle yarı iletkenler gibi alanlarda, ilişkileri daha da karmaşık hale getiriyor.
Çin, bu kısıtlamalara rağmen elektrikli araçlar, güneş panelleri ve lityum pil teknolojisinde liderliğini sürdürüyor.
Öte yandan, Wang Yi, küresel meselelerde Çin’in “istikrar kaynağı” rolünü üstlendiğini ve Gazze gibi konularda iki devletli çözümü desteklediğini belirtti.
Çin, Rusya ile ilişkilerini “jeopolitik oyunların değişkeni değil, değişmez bir sabit” olarak tanımlarken, ABD’nin Çin-Rusya ilişkilerine müdahale çabalarını “başarısızlığa mahkum” olarak nitelendirdi.
Sonuç olarak, Çin-ABD ilişkileri 2025’te hem ekonomik hem de stratejik alanda ciddi bir sınavdan geçiyor. Wang Yi’nin açıklamaları, Çin’in işbirliğine açık olduğunu ancak baskılara karşı taviz vermeyeceğini gösteriyor. İki ülke arasındaki dinamik, küresel ekonomi ve jeopolitik istikrar açısından belirleyici olmaya devam edecek.
